1. [11:108] | veemme-lleẕîne sü`idû fefi-lcenneti ḫâlidîne fîhâ mâ dâmeti-ssemâvâtü vel'arḍu illâ mâ şâe rabbük. `aṭâen gayra mecẕûẕ. | وأما الذين سعدوا ففي الجنة خالدين فيها ما دامت السماوات والأرض إلا ما شاء ربك عطاء غير مجذوذ وَأَمَّا الَّذِينَ سُعِدُواْ فَفِي الْجَنَّةِ خَالِدِينَ فِيهَا مَا دَامَتِ السَّمَاوَاتُ وَالْأَرْضُ إِلاَّ مَا شَاءَ رَبُّكَ عَطَاءً غَيْرَ مَجْذُوذٍ |
---|
Elmalılı | Mutlu olanlar ise cennettedirler. Orada gökler ve yer durdukça duracaklar, ancak Rabbinin diledikleri başka. (Bu) ardı arası kesilmeyen bir ihsan olacak. |
Y. Ali | And those who are blessed shall be in the Garden: They will dwell therein for all the time that the heavens and the earth endure, except as thy Lord willeth: a gift without break.
|
Words | | |
2. [21:58] | fece`alehüm cüŝeŝen illâ kebîral lehüm le`allehüm ileyhi yerci`ûn. | فجعلهم جذاذا إلا كبيرا لهم لعلهم إليه يرجعون فَجَعَلَهُمْ جُذَاذًا إِلَّا كَبِيرًا لَّهُمْ لَعَلَّهُمْ إِلَيْهِ يَرْجِعُونَ |
---|
Elmalılı | Derken o, bunları parça parça etti. Yalnız kendisine başvursunlar diye onların büyüğünü sağlam bıraktı. |
Y. Ali | So he broke them to pieces, (all) but the biggest of them, that they might turn (and address themselves) to it.
|
Words | | |